100. yıl mastürbasyonunuz bittiyse çok sıkı çalışmaya başlayalım.

Biraz sert bir ifade olduğunu kabul ediyorum. Ancak yüzleşmemiz gereken toplumsal ve bireysel ikiyüzlülüğümüz, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Cumhuriyeti’mizin kuruluşunda her şeylerini feda eden tüm insanların mirasına günlük veya yıllık menfaatlerimiz uğruna sahip çık(a)mayışımız tüm çıplaklığı ile ortadayken bu kadar sertliğe alınganlık zamanı değil zaman.

İçinden geçtiğimiz şu günlerde, etrafımızı saran ateş çemberinin giderek daralması, yaşadığımız bu delilik çağı, toplumsal ülkülerimizden uzaklaşmamız derken, Cumhuriyet’e sımsıkı sarılmamız gerekirken bizler kendimizi bir şeylerin malzemesi olmaya, manipüle ettirmeye izin verdik, vermeye de devam ediyoruz. Bu izin verdiğimiz şeylerin bize kurdurduğu en kritik cümle de şu: “Aman canım ne olacak?”

30 Ekim günü ne olacak biliyor musunuz? Yine kendi bencil dünyalarımıza gömülüp tüm kötülüklerin yaşanmasına müsaade edeceğiz. Hep bahsettiğim sistematik kötülüğe ve onun enstrümanlarına bazlarımız bilerek bazılarımız bilmeden hizmetimizi sunuyor olacağız. 100. yılın kutlamalarını da diğer her şey gibi, -miş gibi yaparak kutlayıp, mastürbasyonumuzu tamamlayıp “sikko” hayatlarımıza geri döneceğiz. Bravo!

Büyük büyük şirketlerin pazarlama videoları, birkaç marş, çeşitli koreografiler, törenler, mevcut iktidarın 100. yılı sönümleme çabaları, elde bayraklarla yürüyüş, sosyal medya paylaşımları, ‘En çok ben seviyorum Cumhuriyeti‘ algısı ve sonra puff! Her şeyde olduğu gibi yine, bu konuda da bağnaz şekilciliğimizde ve yüzeyselliğimizde boğulduğumuzla kalacağız. Bu saydıklarımın ve daha fazlasının yapılmasına asla karşı değilim. Hakkını vere vere kutlayalım Cumhuriyeti’mizi. Hatta çılgın partiler bile düzenlenebilir! Beni rahatsız eden tam olarak 30 Ekim itibari ile takınılacak tutum.

Gözümüzün içine baka baka bizi soymaya devam edecekler. Suyumuzu, toprağımızı, doğamızı, havamızı, gıdamızı mahvedecekler. İnsanlarımızı ama özellikle çocuklarımızı öldürmeye devam edecekler. Adalet kavramını birilerinin menfaatlerine doğru eğip bükecekler. Vergilerini kaçıranlara çanak tutacaklar ama bizden almaları gerek vergileri acımadan alacaklar. En önemlisi de Cumhuriyet’in altına koydukları dinamitleri teker teker patlatmaya başlayacaklar ve bunu açık açık yapacaklar. Emperyalist oluşumlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülke insanları ile beraber inşa ettiği her şeyin içini boşalttılar. Hem maddi olarak hem de manevi olarak… Bu eylemleri de mevcut ve önceki hükümetleri amaçları için maşa ederek yaptılar, yapıyorlar ve yapmaya devam edecekler. Bizler de bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın kafası ile yaşamaya çalışacağız. Aslında yılan bize dokunuyor. Zehrini de usul usul veriyor vücutlarımıza.

Mesela kurucu önderin partisi diye görülen, ana muhalefet olduğu iddia edilen partinin içinde dönen olayları hızlıca bir düşünelim. Zehri ne güzel salıyorlar koltuktaki isimlerle. Sözde demokratikmiş gibi davranışlarla Atatürk’ün izlerini silme çabalarını sıradan parti içi olay gibi göstermeleri ne kadar da komik. Tekrar etmek gerekirse; ki Mustafa Kemal Atatürk’ün izlerini tamamen silmeye odaklılar. Buyurun yılanın zehrinin nerelerimize bulaştığına.

Sanırım Atatürk’ün temellerini attığı birkaç kurum dışında (bir banka, birkaç kurum) bütün izlerinin olduğu yapılara inceden inceden operasyon çekmekteler. Çekmeye de devam ediyorlar. Belki de o bahsettiğim kurumlarda da şu an içini boşaltma operasyonu yapılıyordur. Üzerinden zaman geçtiğinde görebileceğiz.

100. yılda bu satırları okuyup rahatsız olacak rahatına düşkün, konfor alanından feragat edemeyecek ılık götlü insanların neler diyeceklerini tahmin etmek de çok zor değil. Örneğin: “Biz ne yapabiliriz ki?”, “Bu mutlu günümüzde kötülük saçmaktan başka bir amacı yok bu düşüncelerin.”, “Kesin FETÖ mensubudur bunu yazan!”, “Sen ne yaptın da bize laf atıyorsun dümbük?”, “Aklını kendine sakla!”, “Hayat devam ediyor, sürekli bir şekilde sorumluluk sahibi, ciddi vatandaş rolünde mi olacağız?” sıralanabilir. Daha da çoğaltacaklardır kendileri zaten. Memleketin kuruluş sürecinde kendi yemeğini paylaşmış, tüm zorluklara göğüs germiş insanların fedakarlıklarının birazını bu insanlardan yapmalarını istemeyi bir deneyin lütfen. Konfor alanlarından biraz feragat edecekleri, memleketle ilgili taleplerle kapılarını çalın başlayacaklardır mırın kırın etmeye. Hele kazançlarından düzenli bir miktar talep edin resmi kurumlar aracılığı ile; iki ay sonra başlar bu modellerin mazeretleri. Ayrıca rahatına düşkün bu ılık götlüler çok güzel korkutulup sindirilirler. İçten içe de güce taparlar ve pek çoğu bunun farkında bile değildir.

Öte yandan bu satırları okuyup rahatsız olacak gerçekten müşkül, biçare insanlar olacaktır. Var olma mücadeleleri bile çok çetin olan, evlerine bir polis ekibi gönderip göstermelik bir arama ile rahatlıkla korkutulup sindirilebilecek bu insanlara söyleyebileceğim birkaç şey var: Varsa çocuklarınızı Cumhuriyet sevgisiyle, etik değerlere saygılı, vicdanlı olacak şekilde yetiştirin. İyi insan olmaktan korkmasınlar, kendi menfaatleri memleketin menfaatleri önüne geçemesin. Çocuğunuz yoksa her ne yapıyorsanız meslek olarak da olur, eylem olarak da olur onu iyi ve özveriyle yapın. İnsan olduğunuzu gösteren değerlerinize sahip çıkın ve onları satmayın. Bu söylediklerimi kendime de hep söyleyegeldim.

Malumunuzdur memlekette doğru söyleyeni, söyleyemeye çalışanı pek sevmezler. Yine malumunuzdur ki düşünce özgürlüğüne saygı da onlar(!) gibi düşünmediğinizde biter. Yine de bu satırları yazmaktan imtina etmeyeceğim. Bir gözaltı, bir tutuklama bile olabilir adaletini sevdiğimin ülkesinde(!) Bu durumlardan biri gerçekleşirse şu cümleleri kuranları duyacak olursanız ağızlarına fırıncı küreği ile vurmanızı istiyorum: “Sesini çok çıkartmayacaksın işte, bak paket ettiler.”, “Annesine ve babasına yazık!”, “Ne oldu memleketi mi kurtardın şimdi?”, “Öyle sivri dili böyle keserler işte!”, “Karanlık işler bunlar hiç karışmamalıydı.”, “Ne güzel hayatı vardı. Boyundan büyük işlere kalkışmayacaksın işte!” Bu cümleleri kuran insanların bilinçlerinde de bilinçaltlarında da güce gizli tapma vardır. Ağızlarına vurun bir kendilerine gelsinler.

Vurma eylemi işin şakası tabii ki. Bu arada ben demiyorum ki elimize taş, silah alıp isyan çıkartalım. Bireysel bazda bakıldığında bu sistematik kötülüğe karşı koymanın neredeyse imkansız olduğunun çok net bir şekilde farkındayım. Ancak yapacak bir şey yok deyip köşe minderi gibi de kenara çekilmemeli insan. Hakkınızı aramamanız için bin dereden su getiren adalet sistemini ve onun yardakçılarını düşününce özellikle neyin mücadelesini verebilirim ki diye soruyor insan kendine. Kendi hakkını bile savunamazken memleketin hakkını nasıl savunabilir ki insan? Hani sınıfınızda hakkını aramak için sesini çıkartan o çocuktan rahatsız olan örgütlü, sizin de paydaşı olduğunuz toplumsal refleksi hatırladınız mı? Veyahut derste bir konuyu anlamadığı ve anlamak için birkaç kez soru sorduğu için sınıftan yükselen o sabırsız, gergin mırıltıları hatırladınız mı? İşte ta oralardan başladı bu bireyci, bencil ve sıradan hayatlarımıza sarılma, hak arayana tahammülsüzlük dürtüsü. Aman bana bir şey olmasın da, düşüncesi yıktı birlik ve bütünlüğümüzü. Belki de hiç yoktu tabii bu bütünlük.

Tüm bu durumlara rağmen işini düzgün yapan, yapmak için özveride bulunan, memleketine hizmet eden, insan olma özelliğini kaybetmemeye çalışan, sessiz ve çaresiz topluluk! Sizleri asla es geçemem. Siz bu ülkede hala bir şeyler işliyorsa, hah işte o şeylerin gizli kahramanlarısınız! Pek çok şeyin farkında olduğunuzu, sesinizi duyuramadığınızı, duyursanız da bir işe yaramayacağını düşündüğünüzü görmemek namümkün. İçimde hala bir ümit varsa bu ümit sizlerin bir yerlerde var olmanızdan da kaynaklanıyor.

Gidebileceğimiz başka bir ülke gerçekten yok. Üzerinde yaşadığımız toprak parçası da gerçekten muazzam zenginliklere sahip. Muhasır medeniyetler seviyesine kendi değerlerimizi kaybetmeden ulaşmak için yapmamız gereken tek ve en önemli şey; -mış gibi yapmamak, azimle çalışmak. Kötülükleri, kötülerin ve onların sinsi veya açık planlarını görerek, insanlığımızı kaybetmeden azimle çalışmak. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk bunu yaptı. Aldığı eğitimin üzerine bir sürü bilgi birikim inşa etti. 57 senelik ömründe bu adam nice umutsuz durumlarda, pek çok kaypak insana rağmen bir sürü güzel şeyin temellerini attı. Bugün içinde bulunduğumuz dünya ahvalini, memleket ahvalini 100 yıl önce gördü. Peki biz yüz yıl sonramızı görebiliyor muyuz? Benim buna cevabım üzülerek hayır.

Umarım Mustafa Kemal Atatürk ve diğer insanların fedakarlıklarını, yapmaya çalıştıklarını ikinci yüzyılımızda daha iyi anlarız. Tüm Türk halkının Cumhuriyet Bayramı ve 100. yılımız kutlu olsun.

 

Dipnot: Kapak görselini bilerek tercih ettim. Konfora karşı olmamakla beraber bugün sahip olduğumuz konforun nerelerden geldiğini gösteren en iyi görsellerden biri. Fotoğrafın gerçek hikayesi de bilinen hikaye değil. Araştırmanızı tavsiye ederim.