
Kanıt
Büyük Defter’in üzerine yazdıktan sonra arayı açmadan Kanıt üzerine de yazmak için buradayım. Öncelikle ilk bölümdeki hikaye yapısını sakın beklemeyin. 8 alt bölüm var Kanıt kısmında.
Lucas ismi ile karşılaşıyorsunuz okur olarak ve ikizlerden biri olduğunu hemen anlıyorsunuz. Sınırdaki patlamadan sonra ikizlerin ayrıldığından bahsetmiştik. Patlamada babalarını kaybediyorlar. Lucas geride kaldığı için sınır görevinde olan askerler babasını teşhis etmesini istiyor. Elbette tanımadığını söylüyor.
Lucas tek başına kalıyor yıllar sonra. Her şeyi ikizi ile yapanlar sanırım bu duyguyu çok daha iyi anlarlar. İşleri savsaklıyor. Bunu Joseph ile olan diyaloglarından anlıyoruz. Joseph Lucas’ın arkasını topluyor biraz.
Hikayenin akışında Agnes isimli kızla tanışıyor. Papazın evinden beklendiğini Lucas’a söylüyor. Bunun üzerine papazın yanında gidiyor. Papaz üzgün olduğunu ve artık devletten maaş alamadığını bu nedenle de onlara borcunu ödeyemediğini söylüyor.
Sayfa 147’deki satır aralarında geçen şu söz dikkatimi çekiyor:
“Yaşamaya nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.”
Şöyle bir arkanıza yaslanıp bir düşünün lütfen. Cümlenin ağırlığını fark ettiğinizde neden dikkatimi çektiğini daha iyi anlayacaksınız.
Not: Sayfa 148’de “birkaç parti satranç oynadık” ifadesini biz genellikle “birkaç el satranç oynadık” olarak kullanıyoruz. Çevirmenimiz Ayşe İnce Kurşunlu eminim bir hususu dikkate alarak bu şekilde çevirmiştir. Bana garip geldi. Bir diğer hususu da sayfa 149 üzerine not olarak düşmüşüm. “kurşun kalem” olarak yazılmış bu sayfada ama daha önceki sayfalarda “kurşunkalem” olarak yazılmıştı. Edisyon sürecini farklı kişilerin yaptığına delalet bu. Bir de “kitapevi” olarak yazılmış ve kullanılmış. TDK Güncel Sözlük içinde “kitabevi” olarak belirtilmiş.
Lucas papaza bakımı devam ettiriyor ama sonrasında kendini ilk yazımda da bahsettiğim meyhanelerde buluyor. Bir ara yolu kitapçıya düşüyor. Victor kitapçının ismi ve onunla sohbet ediyor. Tüm bunlar olurken Lucas’ın on beş yaşında olduğunu da belirtmeliyim. Bulundukları yere gelen turistlerden konuşulunca yurt dışına da çıkabileceğini söylüyor Victor. Ancak bir sorun var ki Lucas’ın kimliği bile yok henüz. Victor kimlik çıkartma işleminde Lucas’ın sorun yaşayacağını öngörerek arkadaşı Peter N.’yi bulmasını tembihliyor. Lucas gidiyor ve aynı memleketimizde maruz kalınan “yokuş yapmak” eylemine maruz kalıyor. Peter ismi zikredilince işleri bir anda hallediliveriyor. Peter parti sekreteri olduğu ve Victor ile iyi dost olduğu için Lucas’la yakından ilgileniyor. İkili arasında sayfa 153’te geçen kimlik kartı hazırlama diyaloğunda geçen ifadeler beni çok eğlendirdi.
Peter ile Lucas arasında sözde(!) Lucas’ın güzelliğinden kaynaklanan bir yakınlaşma oluyor. Devlet dairesinde dönebilecek yakınlaşma çeşitlerinden bir başkası ile karşılaşıyoruz ama ikilinin arasındaki muazzam diyaloglar bu olaydan sonra da devam ediyor sayfa 154’te.
Yine o meşhur dere. Lucas oralarda dolanırken bir kadını ve bebeğini görüyor. Hava soğuk. Kadın bebeğini boğmaya çalışıyordu Lucas onları bulmadan önce. Bunu Lucas’a itiraf ediyor ve Lucas da bu eylemi onun için yapabileceğini söylüyor. Kadının ismi Yasmine ve bebeğinin ismi de Mathias.
Yasmine, Lucas’tan 3 yaş büyük ve Mathias’ın babası belli değil. Yasmine hakkında konuşulanlar da hoş değil. Lucas ikisine de sahip çıkıyor. Bu kitapta Kanıt kısmını okurken pek çok çarpık ilişkiye rastlıyorum. Yasmine’in memesinden süt içiyor Lucas. Bir tür hoş geldin deme şekli olabilir(‘!) Yasmine ile babası arasında bir ensest ilişki varmış. Teyzesi babası ile evleniyor annesi öldüğünden ötürü. Teyzesi durumu anlayıp ihbar ediyor ikisini. Babası hapse düşüyor. Lucas ve Yasmine az diyaloglu ama eylemlerin çok olduğu bir ilişki geliştiriyorlar.
Mathias maalesef yanlış eylemler sonucunda sakat bir çocuk olarak dünyaya gelmiş. Lucas ile Yasmine arasındaki şu diyaloglara yüreğimden bir parça bırakıyorum okurken:
Yasmine: “Mutsuz olacak.”
“Sen de mutsuzsun ama sakat değilsin. Senden ya da herhangi birinden daha mutsuz olmayacak belki.”
Yasmine çocuğu kucağına alırken gözleri doluyor. “Çok iyi birisin Lucas.”
“Adımı nereden biliyorsun?”
“Şehirde seni herkes tanıyor. Deli olduğunu söylüyorlar ama ben inanmıyorum.”
Bir akşam içerlerken Yasmine babası ile olan ilişkilerinin detaylarına iniyor. Sonra da Lucas’ı tahrik ediyor. Akabinde Lucas ile Yasmine arasında yetişkinlerin arasında olan şey gerçekleşiyor. (Burayı bilerek bu şekilde anlatmak istedim. =D)
İkili arasındaki çarpık ilişki devam ediyor birkaç kez. Lucas evin işlerini, papaza desteğini ve meyhanelerde vakit geçirmelerini azaltmıyor. Lucas, Mathias ile babası gibi ilgileniyor. Ona kedi ve köpek yavruları buluyor. Normal bir çocuk değil Mathias ve bu adımları ile normalleşmesini sağlama gayretinde Lucas Efendi.
Papaz tabii ki olayların farkında ve kadın ile çocuğun durumunu bol kilise konseptli cümlelerle yargılıyor. Mathias büyüyor ve yürümeye başlıyor. Lucas çocuğu doktora götürüp iyileşme ihtimalini değerlendirmek isterken Yasmine şu cümlesi ile kafamı duvarlara vurmama sebep oluyor:
Yasmine’in gözleri yaşarıyor: “Ben onu olduğu gibi kabul ediyorum.”
Yahu sen değil miydin çocuğu boğmaya çalışan, sen değil miydin diğer çocuklar gibi olmayacağından dem vuran be kadın, diye haykırmak istiyorum bu cümleyi okuduğumda. Anne terliği olsa elimin altında kafasına fırlatabilirim bu cümleyi geri alması için.
Hastaneden dönüp Mathias’ın normal olamayacağını öğrenince çok sessizleşiyor Lucas. Çünkü Mathias’ı gerçekten seviyor.
İkili arasındaki şu diyaloğu eminim çocuklarının hayallerine paha biçemeyen her baba evladı ile gerçekleştirmiştir:
Lucas: “Senin de uyuman lazım, büyüyemezsin yoksa.”
Çocuk: “Büyüyemeyeceğimi biliyorsun. Doktor söyledi.”
“Yanlış anlamışsın Mathias, büyüyeceksin. Diğer çocuklardan daha yavaş olacak bu, ama büyüyeceksin.”
Çocuk, “Neden daha yavaş?” diye soruyor.
“Çünkü insanlar birbirlerinden farklıdır. Sen diğer çocuklardan daha kısa, ama daha akıllı olacaksın. Boyun önemi yok, önemli olan zekadır.”
Lucas evden çıkıyor. Ama şehre gitmek yerine, dereye gidiyor, nemli toprağa oturup siyah çamurlu suya bakıyor.
Zaman akarken “Halk Kütüphanesi” görevlisi Clara ile yolları denk kesişiyor ikizlerimizden Lucas’ın. O zaman diliminde de kitaplar toplatılıyor, tek tipleştiriliyor. İnsanoğlunun kitaplara olan işkencesi, yakmadan başka boyutlara doğru yolculuk alıyor her zamanki gibi.
Clara’yı annesine benzetiyor Lucas ama asıl amacı öncelikle yok edilmek istenen kitaplara ulaşmak. İkili arasında garip bir bağ oluşuyor.
Lucas tüm bunlar olurken evi ihmal ediyor. Evde ilgi bekleyen Yasmine isyanlara başlıyor sakin sakin.
Meyhanelerde dolaştığı bir akşam, bir anda Clara’yı içerken buluyor. Sonra kadının evine geçiyorlar. Şu diyaloğu buraya aktarmam gerekli bazı şeylerin kadınlarda da hiç değişmediğini gösterebilmek için:
Clara odasına girince yatağa devriliyor, titremeye başlıyor. Lucas onun ayakkabılarını çıkarıp üzerini örtüyor. Öbür odaya gidiyor, iki odayı da ısıtan fırını yakıyor. Mutfakta çay pişirip iki fincan getiriyor. Clara: “Mutfak dolabında rom var.”
Lucas romu getirip fincanlara koyuyor.
Clara: “İçki içecek yaşta değilsin.”
Lucas: “Yirmi yaşındayım. İçki içmeyi on iki yaşındayken öğrendim.”
Clara gözlerini yumuyor. “Neredeyse annen yaşındayım.”
Sonra yeniden konuşmaya başlıyor: “Burada kal. Beni yalnız bırakma.”
Lucas orada zaman geçiriyor. Clara uyurken kolu sarkıyor. Lucas bu kolu öpüyor, yalıyor. Orada duruyor. Clara’nın da hayatı hiç kolay olmamış. Kocasının ölümü onu derinden etkilemiş. Ancak yukarıda alıntıladığım kısım neden yaşanmak zorunda ki yani? “Neredeyse annen yaşındayım.” cümlesi seninle bir şeyler yaşamak istiyorum ama beni engelleyen bazı genelgeçer kurallar var demek. Tıpkı “Aşk kadınıyım ben.” cümlesinde konunun aşk değil, çok partnerle sekse kılıf olması gibi. (Toplumdaki yansımaları bu, üzgünüm sayın okur.)
Clara, Yasmine ile Mathias’ın farkında. Bu ikili de Clara’nın farkında tabii ki. Herkese yetemiyor tabii ki Lucas. Papaz da var ilgilenmesi gereken.
Lucas, Clara’nın bir ilişkisi olduğunu fark ediyor ve ortalığı karıştırarak adamı Peter’ın yardımı ile başka bir şehre sürdürüyor. Bu iki arada bir derede kalma durumu sonrası Yasmine hem Mathias’ı hem de Lucas’ı terk ediyor. Bu ayrılık Mathias’ın yüreğinde kocaman bir boşluk oluşturuyor.
Sayfa 192’yi okurken Mathias ile Lucas arasında geçen muazzam diyaloglara biraz daha odaklanmanızı istiyorum. Çocukların gerçekleri tüm çıplaklığı ile algılama ve anlatma yeteneklerine hayranlıkla ve korkuyla tanıklık ediyor olacaksınız.
Yalnız sayfa 193’teki şu diyaloğu da burada belirtmezsem olmaz:
Çocuk: “Ölenler ile gidenler arasındaki tek fark bu, değil mi? Ölmeyenler geri döner.”
Lucas: “Ama yokluklarında ölüp ölmediklerini nasıl bilebiliriz?
“Bilemeyiz.”
Bu ikili arasında ilerleyen sayfalarda çok daha fazla yakınlaşmaya tanık oluyoruz. Baba-oğul ilişkisi nasıl olmalı sorusuna güzel cevapları var bu ikilinin.
Büyük Defter, Mathias tarafından keşfediliyor. Lucas bunu istemiyordu. O nedenle o defteri Peter’a bırakmak istiyor. İkisi arasındaki şu diyalog çok çarpıcı:
Peter: “Anlamadığım bir konu daha var. Clara ile olan ilişkiniz? Yaşı sizinkinden çok daha büyük.”
“Yaşın önemi yok. Onun sevgilisiyim. Öğrenmek istediğiniz başka bir şey var mı?”
“Evet. Bunu zaten biliyordum. Onu seviyor musunuz?”
Lucas kapıyı açıyor. “Bu sözcüğün anlamını bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. Peter, sizden bu tür sorular beklemezdim.”
“Oysa bu tür sorularla hayatınız boyunca karşılaşacaksınız. Kimi zaman da cevap vermek zorunda kalacaksınız.”
“Siz de Peter! Siz de benzer sorulara cevap vermek zorunda kalacaksınız. Politik toplantılarınıza katıldım. Söylevler veriyorsunuz, salon sizi alkışlıyor. Söylediklerinize samimiyetle inanıyor musunuz?”
“İnanmak zorundayım.”
Özellikle sevmek konusunda çağımızın sorunu sandığımız bazı şeylerin insanlığın varlığında beri süregeldiğini ve devam edeceğini daha iyi anlıyorum.
Lucas hayatı daha kolaylaştırmak için evini satılığa çıkaran Victor ile konuşuyor. Onun evini satın alıyor. Victor ile kız kardeşinin arasındaki sürece tanık oluyoruz ilerleyen sayfalarda. Victor’un hayatında bir tuhaf karakter daha var. Camda belli saatlerde durup insanlara saati soran yaşlı adam. Yaşlı adam Victor’un evini gözetliyor tabii ki. Victor’un alkol ve sigara bağımlılığı üzerine konuşuyorlar epey. Aslında Victor konuşuyor. Yanına gideceği ablasından, onunla olan ilişkisinden bahsediyor. Victor ile ablası arasındaki diyaloglarda gözlemlediğim inceliği günlük hayattaki kadın ve erkek diyaloglarında da gözlemliyorum. Erkeklerin kelime haznesi yeterince geniş değil ve evet kadınların zihinleri erkeklerden daha üstün fonksiyonlara sahip. Ancak erkekler bir şeyler söylemiyorsa, gerçekler de dahil kırmamak için oluyor bu genelde. Özellikle de karşılıklı kusurlardan bahsediliyorsa. Kadınlar ise bu konuda bir anda sahip oldukları ince ruhu bir durak geride bırakıp kendi doğrularını odaklarına alarak erkeklere o konunun olması gerekenlerini acımasızca aktarma eğiliminde oluyor. İstisnalar tabii ki vardır.
Mathias’ın şehirdeki eve alıştığı pek söylenemez. Bu arada kitapçıyı da işletmeyi planlıyor Lucas ki hayatları için gerekli parayı kazanabilsinler.
Victor’un eski evi onların yeni evi oluyor. Bahçede simsiyah bir ağaç var ve bu ağaç Mathias’ın ilgisini çekiyor. Çocuğun kabusları devam ediyor. Gece sıklıkla uyanıp Lucas’ın yanına giderek kabusların verdiği huzursuzluktan kurtulmaya çalışıyor. Lucas’ın sağlığının da aksamaya başladığını görüyoruz. Kanıt kısmındaki bir sürü ayrıntı daha sonra Üçüncü Yalan kısmında karşımıza çıkacak.
Yaşlı karşı komşu Lucas’ın evde olmadığı zamanlarda oğlanın neler yaptığını anlatıyor ki bu Lucas’a bazı konularda farkındalık katıyor. Evi ihmal ediyor tabii ki. Genç bir adamın kardeşinin yokluğunu doldurmaya çalışırken üstlendiği sorumlular hiç de kolay değil. Lucas yaşlı karşı komşusu ile dostluk kuruyor bu şekilde.
Not: Kitapta “günbatımı” olarak kullanılmış. Ancak TDK Güncel Sözlük “gün batımı” olarak ifade ediyor. Aynı yazım farklılıklarını başka kelimelerde de görebiliyoruz okur olarak.
İhtiyarın arkadaşı Judith ile tanışıyor Lucas. Yetimhanenin müdiresi olarak görev yapıyor. Yaşlı komşunun kaldığı bina bir yetimhaneye dönüştürülmüş. Judith ile Lucas’ı tanıştırırken ihtiyar, yetim kelimesini kullanıyor Mathias için. Lucas buna itiraz ediyor ve kadın da muazzam bir cevapla onun hassasiyetini okşuyor. İhtiyarın adını burada öğreniyoruz: Michael.
Yine sayfa 215’te Lucas ile Mathias arasında geçen dokunaklı ve muazzam diyaloglar var. Mendilimi getirin demek istiyorum. Bir yandan da yazar Peter karakteri ile Lucas’ın dünyasını gerçek dünya ile bağlamaya devam ediyor. Karşı devrim haberini Peter getiriyor; Büyük Defter ile birlikte tabii ki.
Ölümler var, yine binlerce ölüm var. Karşı devrim sonrası bir başka devrim var. Peter şehirden ayrılıyor ve tekrar geliyor. Küçük Şehir bundan az etkileniyor ama Büyük Şehir kaosu barındırıyor bağrında. Lucas Peter’ı ziyaret ettiğine aralarında yine önemli diyaloglar gerçekleşiyor. Ancak Peter’ın bir düşüncesine okur olarak çok ifrit oluyorum:
Bir anlık sessizlikten sonra Peter, ” O karışık dönemde çok sayıda insan sınırı aştı, sınır denetlenmiyordu. Siz neden kardeşinizin yanına gitmek için bundan yararlanmadınız?” diye soruyor.
“Bir an bile düşünmedim. Çocuğu nasıl yalnız bırakabilirdim?”
“Onu da yanınıza alırdınız.”
“O yaştaki bir çocukla böyle bir maceraya atılamazdım.”
“İnsan gerçekten isterse, ne zaman olursa, kiminle olursa, nerede olursa olsun maceraya atılır. Çocuk yalnızca bir bahane.”
Son cümle sonrası kitabıma aldığım notu düşeyim buraya: “Sikko bir fikir! Mesnetsiz!” Sanırım yeterli bu ifadem =D
Belirtmeyi unuttum diğer ikizin adı Claus. Bu isimle 177. sayfada karşılaşıyoruz ve ilk kitaptaki ikizlerin isimlerini tamamen öğrenmiş oluyoruz. Yalnız dikkatinizi çekmek isterim ki hala hangisinin Claus hangisinin Lucas olduğu belli değil; ilk kısım için yazıyorum bunu.
Peter ile Claus’un varlığı üzerine de bir tartışma dönüyor. Lucas’ın kardeşinin yanına gidebilecekken gitmemesini aslında onun yanına gitmek istememesine bağlıyor Peter. Haksız da sayılmaz.
Mathias’ın okulda diğer çocuklarla kaynaşma süreçleri hiç iyi gitmiyor. 6,5 yaşında bir çocuk için ağır travmalar yaşıyor. Akran zorbalığı her kültürde var maalesef. (Bu konu üzerine de yazmalıyım sonra.) Şu cümlelerdeki olgunluğa bakmalısınız:
Bir akşam çocuk dudağı yarılmış ve şişmiş bir halde eve dönüyor. Yemek yiyemiyor. Lucas bir şey sormuyor, çocuğun ağzına süt akıtıp masanın üzerine içi kum dolu bir çorap, ucu sivri bir taş ve ustura koyuyor. “Bunlar kendimizi diğer çocuklardan korumamıza yarayan silahlardı. Al bunları! Koru kendini!”
Çocuk: “Siz iki kişiydiniz. Ben yalnızım.”
“Yalnız başına da kendini koruyabilirsin.”
Çocuk masanın üzerindekilere bakıyor. “İstemiyorum. Ben kimseye vuramam, kimseyi yaralayamam.”
“Neden? Başkaları sana vuruyor, seni yaralıyor.”
Çocuk Lucas’ın gözlerinin içine bakarak: “Fiziksel olarak yaralandığımda bunun önemi yok. Ama ben başkasını yaralarsam, içimde dayanamayacağım başka bir yara açılır.”
Şunu belirtmeliyim ki Mathias da ikizler gibi yaşadığı her şeyi not alıyor. Bir nevi dert ortağı oluyor aldığı notları ona.
Ertesi gün Mathias’ın öğretmeni Lucas’ı dükkanında ziyaret ediyor. Öğretmenin betimlemelerinden Mathias’ın zeki olmasının sınıf tarafından kabul görmemesini anlıyorum. Ayrıca onun yaradılıştan gelen özellikleri ile de dalga geçiyor sınıftaki diğer çocuklar. Sonra bu manzaranın bana çok tanıdık geldiğini hatırlıyorum. Ortalama zekalı birisi olarak sınıfımızdaki zekilere kötü davranan çoğunluğu net hatırlıyorum. Zeki olan arkadaşlarımı korumaya çalışırken sınıf ile onlar arasında kalmalarımı da… Arada kalmalarım ta o yıllardan başlamış demek ki.
Sayfa 221, 222 ve 223’ü okurken lütfen çocukluk yıllarınıza bir gidiverin. Oralardan sizler de güzel anılar, çirkin anılar çıkartacaksınız muhtemelen.
Öğretmenle diyaloglarının sonunda dükkanın içinde bir kısmı, okuma odası yapmaya karar veriyorlar. Mathias için de, diğer çocuklar için de iyi bir fikir görünüyor bu.
Victor’un başına gelen talihsizlikleri yine Peter’dan öğreniyor Lucas. Kitabın bir kısmında Victor’un kitap yazma hayali ile tuttuğu notları Lucas’ın Peter’dan almasını ve temize çekmesini okuyoruz.
Not: Kitapta “elyazması” olarak kitapta kullanılmış. Ancak TDK Güncel Türkçe Sözlük “el yazması” olarak kullanılmasını öneriyor. Bu hatanın bulunduğu 228. sayfada bir hata daha mevcut. “Tapaj hataları” ifade olarak kullanılmış. Anlamı tam olarak yazım hatası ve bu ifadeden önce de yazım hatası yazılmış. Anlatım bozukluğunun istemeden dibine dibine vurulmuş.
Temize çekilen sayfalarda Victor’un ablası ile nasıl yaşayamadığını ve diğer olayları okuyoruz. Victor’un ablasına da 233. sayfada bir öfkelendim. Şu cümleleri buraya not düşeyim:
“Ya ben? Bana para vermedin. Sana baktım, besledim. Bunun bedelini kim ödeyecek?”
Yukarıdaki cümleyi kimin kurduğunu okur rahatlıkla tahmin edecektir. Victor’un tiradını da not düşeyim:
Güldüm. “Seni yazdığıma inandırmak için. Burada yazamıyorum. Beni durmadan takip ediyor, rahatsız ediyorsun; seni görmek, evdeki varlığını bilmek bile yazmamı engelliyor. Her şeyi yıkıyor, yok ediyorsun, bütün yaratıcılığımı, hayatı, özgürlüğü, esini yok ediyorsun. Çocukluğumdan beri tek yaptığın beni yönetmek, denetlemek, canımı sıkmak, çocukluğumdan beri!”
Bu tirattan sonra ablanın Victor’un anlattıklarına değil de kendi fedakarlıklarına odaklandığını gördüğümde kan beynime sıçradı tekrar. (Sayfa 234) 233. ve 234. sayfadaki diyalogları günlerce tartışabilirim diyor ve yazmaya devam ediyorum.
Ablası ile olan çarpık ilişkisine de tanık olduktan sonra hikaye sona eriyor.
Ertesi gün Victor, Peter aracılığıyla, evi satarken aldığı altınları ve mücevherleri, parayı Lucas’a geri gönderiyor. Victor için işler iyi gitmiyor olacak. Sayfa 236’da yine muazzam ifadeler var. Daha odaklı okunması gerektiğini düşünüyorum.
Yasmine’in teyzesi bir ara hikayeye dahil oluyor ve bu Lucas’ı çok rahatsız ediyor. Hiç utanmadan Mathias’ı geri almayı öneriyor ve bu Lucas’ı çıldırtıyor.
Agnes tekrar ortaya çıkıyor. On beş yaşına gelmiş bir hanımefendi artık o. Sıklıkla dükkana uğruyor. Fabrikadaki çalışan kadınların çocuklarına bakıyor. Mathias da seviyor Agnes’i. Agnes Lucas’la flört ediyor ve onu evine davet ediyor. Mathias eve yemeğe davet ediyor onu ve bu yemek sonrası kızı evine bırakırken yaşanıyor bunlar. Lucas reddediyor evine girmeyi. (Benden bir hayret ifadesi geliyor buraya.)
Bu arada dükkana gelen giden çocuklar tabii ki var. Sarışın, gözleri renkli ve tatlı mı tatlı bir çocuk da Lucas’ın dikkatini çekiyor. Claus’u görüyor çocukta. Yalnız Mathias bu durumu fark ediyor. Çok öfkeleniyor.
Agnes ile o sarışın tatlı çocuk abla-kardeş çıkıyorlar. Mathias da Lucas da bunu bilmiyor. Kardeşinin adını öğreniyoruz: Samuel. Mathias Agnes’in kardeşinin o çocuk olduğunu bilmeden ikisini de krep yemeye davet etmişti halbuki.
Sayfa 244 ve 245’te gözyaşlarımı tutamadığımı itiraf edeyim ve geçeyim o kısmı.
Kanıt’ın son kısmında yani 8. kısmında Claus trenle Lucas’ın olduğu şehre geliyor nihayet. Şehri tanımaya çalışıyor. Her şey çok değişmiş tabii ki.
Dolaşmaları sırasında kitabevine uğruyor ve içerideki yaşlı adam onu Lucas sanıyor. Bu yaşlı adam Peter. Lucas’ı nerede bulacağını soruyor ikiz kardeşi. Peter’ın cevabı bilmiyorum oluyor. Çünkü Lucas otuz yaşına geldiğinde ortadan kayboluyor. Lucas’ın Peter’a emanet ettiği ve bir gün gelirse Claus’a vermesini istediği defterleri getirip önüne koyuyor Peter. Şu söz yine muazzam bir anlatım barındırıyor:
“Uyumak için ideal yer, diyordu, insanın sevdiği kişinin mezarıdır.”
Claus kardeşinin yazdığı notların hepsini okuyor. Bizler de Clara’nın ölmediğini öğreniyoruz Claus ile birlikte. Ve son kısım Küçük Şehir yetkililerinin, Claus’un geldiği D. isimli ülkesine ait büyükelçiliğine gönderdiği mahkeme tutanakları ile bitiyor. Kanıt burada son buluyor.




