İz Peşinde [True Grit] Yapım Yılı: 2010
Süresi: 1 saat 50 dakika
Yaş Sınırı: +13
Yönetmenler: Ethan Coen & Joel Coen
Oyuncular: Jeff Bridges, Matt Damon, Hailee Steinfeld
İzleyip izlemediğimi hatırlamadan dur şuna bir bakmalı diyerek izlediğim filmlerden biri oldu İz Peşinde. 2 kez izlediklerimin arasına eklemeliyim bir ara.
Ana karakterlerimizden Mattie Ross’un babasının öldürülmesi ve ardından Mattie’nin intikam alma hırsı üzerine filmin ana omurgası. Babasının intikamını almak için evden ayrılan Mattie, peşine düştüğü Tom Chaney’i (Josh Brolin) yakalamak için bir askeri, mareşal Rooster Cogburn’ü (Jeff Briges) kiralar. Texas polisi LaBoeuf (Matt Damon) de [İsmin okunuşuna göre -de olacağına karar verdim] Tom Chaney’in peşindedir. Bu 3 ana karakterin macerasıdır filmin özü. Üç karakter de nevi şahsına münhasır karakterlerdir. Elbette filmin sonunda ne olacağını söylemeden beni etkileyen yerleri vurgulayacağım. Ayrıca sonunu bilseniz ne olacak? Yaşıyorsunuz sonunda ölüm var başka da bir şey yok ama yine de yaşıyorsunuz. Bırakıyor musunuz yaşamayı?

Filmin 5. dakikası içerisinde 3 tane kişi idam edilecektir. 2 tane idam mahkumu beyazdır ve bir tanesi Kızılderili’dir. İlk ikisi son konuşmalarını yaparlar ve başlarına çuval geçirilir ancak Kızılderili’nin konuşmasına bile izin verilmez. Coen biraderlerin Amerikan tarihinin karanlık taraflarına gönderdikleri incelikli ve hoşuma giden göndermesidir o sahne. Bir nevi günah çıkarmadır da aslında da soykırım konularına girmeyeyim şimdi.
Ardından Mattie’nin tüccar Col. Stonehill ile yaptığı pazarlık, finans ile ilgili derslerde kesinlikle kullanılmalı. İkna yeteneği, bir yandan da tüccar Col. Stonehill ile uzlaşacağını hissettirmesi, yaşlı adamın da sürecin hukuki boyutu ile uğraşmamak için Mattie’nin şartlarını bir yere kadar kabul etmesi, finansal müzakerelerde çok fayda sağlar.
Erkek ana karakterlerimiz LaBoeuf ve Cogburn’ün kusurlu yanlarını bilerek birbirleri ile sidik yarıştırmaları sahneye çok güldüm. Birinin tek gözü yok ve yaşlanmış, diğeri de omuzundan Cogburn tarafından vurulmuş iki adam yok sen vuramadın, yok ben vururum rekabetine giriyor. Mısır ekmeğine ateş ediyorlar ki bundan önce şişeyi Cogburn’ün 3 el ateş edip ancak vurmasına kahkaha attım. Filmin içinde de geçerli olmak üzere içi boş, anlamsız bir erkek rekabetini göstererek yönetmeler yine mizahi yanlarını konuşturuyor.
Mizahın yanına sonlara doğru hüzün ve daha üst bir amaç için sevdiklerimizi feda etme durumu ele alınmış. Mattie’yi yılan sokuyor ve huysuz Mareşal Cogburn sanki 4 tane adamla düello yapmamış gibi Mattie’yi doktora yetiştirmeye çalışıyor. Olan tabii ki de Kara Oğlan isimli ata oluyor. Kamera açısı, ilgili karelerdeki verilen mesaj yüreğime dokundu. Atı öldüresiye süren Mareşal Mattie dur demesine rağmen durmuyor. Atın pes ettiği yerdeki kamera açısı, o dönemin coğrafik ıssızlığını bu duygusal anlara arka plana konumlandırmasını çok sevdim ben.
Sonunu siz seyredersiniz artık.
Elbette bir sürü mesajı var filmin
- Amerika’da 14 yaşında olsanız da bir şeyi çok isterseniz başarabilirsiniz, ama bunun bedeli olacaktır.
- Biz Amerikalar 14 yaşında olmasına rağmen 14 yaşında bir genç kadını dinleriz ve onun davasını önemseriz. Evet para alırız ama para bahanedir.
- Zor karakterlere sahip olsak da ulvi bir amaç uğruna kibrimizden ödün veririz ve bunu burnumuz yere düşmeden yaparız. Biz öyle süper yaparız bu fedakarlıkları.
- Ölüm ve öldürmek çok basittir. E biz onu da yaparız. Birbirimizi de, dostumuzu da, düşmanımızı da öldürürüz.
- Bizim neslimiz azimlidir, siz yaşında olduklarına bakmayın. Onlar kafalarına bir şeyi koyarlarsa yaparlar. Bizim sistemimiz de buna yardım eder.
True Grit’in tam karşılığı da gerçek kararlılık, karakter gücü anlamlarına geliyor. Mattie, Cogburn’un duruşmasında sonra onun hakkında yürekli bir adam olduğu bilgisini duyduğunu söyler Mareşal’e. E sonunda uyuz bir karakter olmasına rağmen True Grit deyiminin altını doldurur Cogburn.
Belirtmeliyim ki Marshall olarak bir ünvanı var. Alt yazılarda Federal Şerif olarak da çevrilmiş. Ben Mareşal’i kullanmayı tercih ettim. İlginçtir ki Jeff Bridges filmin yapım yılında başka bir film ile Oscar ödülünü En İyi Erkek dalında almış.
Filmi sevdim. Oyunculuklar eh, diyeyim. O zamanlar Texas’da, Arkansas’ta insanlar nasıl konuşurdu bilemiyorum. Anlatılmak istenenin oyuncular tarafından filme güzel aktarıldığı kanaatindeyim. Günün sonunda ben bir film eleştirmeni değilim. Burası benim gibi sade vatandaşların var olan vaktini iyi bir film tavsiyesi almak için uğradığı bir yer. Biraz Vahşi Batı filmleri seviyorsanız, biraz inanırsak olur bence kafasındaysanız bu filmi izleyin. Matt Damon hayranlarına bir notum var: Aradığınız iyi oyunculuğa bu filmde ulaşılamıyor pek. Dilinin zarar gördüğü yerdeki oyunculuğu dışındaki yerlerde Matt Damon’ın kendisini (kendi gibi olduğunu düşündüğüm bir sürü videosu var.) görüp duracaksınız.
Bu film izlenir. 1 saat 50 dakikanız boşa gitmeyecek.
Dipnot: Bu arada aynı film 1969 yılında çekilmiş. John Wayne oynuyor. Henry Hathaway de yönetmen koltuğundaymış. Onu da bir ara izleme fırsatı bulurum umarım.




